Eski Yazılarım 1 (02.09.2015) (Hawking'e Cahil Demek 1)

CESARETİN VAR MI HAWKİNG’E “CAHİL” DEMEYE? (02.09.2015)

Batı’ya karşı en son Kurtuluş Savaşı’nı kazandık. Ancak oradan beri fikir ve ideoloji savaşında yaklaşık 100 yıldır kaybediyoruz. Düşünce tarzlarımızı asimilasyona uğrattılar. Artık hayata ve birçok tanıma bizde Batılılar gibi bakıyoruz. Kur’anî bir bakış açısından fersah fersah uzak olduğumuz çok nokta var. Bunun örneklerinden birisi de “cahillik” meselesi…
Geçenlerde sosyal medyada ünlü bir zat bir yazısında okuma yazma bilmeyenlerle üniversite mezunlarının seçimlerde aynı oy değerine sahip olmalarından yakınıyordu. Yani “Dağdaki çobanla benim oyum nasıl bir olur?” demeye getiriyordu. Belki oy verme anlamında çoğumuz bu bakış açısına tepki koyuyoruz ama çoğumuzun kafasındaki “cahil” tanımı bu ünlüden farklı değil. Test edelim mi?
Mesela şöyle bir soru gelse bize: “Okuma yazma bilmeyen bir çoban mı daha cahildir? Yoksa Cambridge Üniversitesi’nden doktora almış, dünyaca ünlü bir fizik profesörü mü?” Başka da hiçbir bilgi verilmediğini düşünelim. Çok büyük bir çoğunluğumuz başka bilgi istemeden “Elbette okuma yazma bilmeyen çoban.” cevabını verirdik. Hatta çoğumuz garipserdik soruyu. Okuma yazma bilmemek çoğumuz için açık bir “cahillik” göstergesiyken üniversiteden mezun olmak ve profesör olmak bilgelik için fazlaydı bile… Peki Kur’an böyle mi bakıyordu bilgeliğe gerçekten? Gelin sorguya çekelim ezberlerimizi.
Bu soruya “Bu bilgiler hangisinin cahil olduğunu anlamam için yeterli değil ve hiçbir şey ifade etmiyor.” cevabını vermek için sanırım güneş gibi tahkiki bir iman, tam bir Kur’anî bakış açısı gerekiyor. Ama soru şöyle gelseydi:
“Hz.Muhammed aleyhissalatu vesselam mı cehaletten daha uzaktır? Stephen Hawking mi?”
Elbette taklidi imânımızın verdiği bir refleksle “Bu ne saçma soru, kim Muhammed aleyhissalatu vesselamdan daha ‘âlim’ olabilir ki?” cevabını verirdik. Oysa tanıştırayım; ilki okuma yazma bilmeyen bir çoban, ikincisi  bilimsel camiada ödüller almış dünyaca ünlü ateist bir profesördür.
Neden cevaplarımızda çelişkiye düşmüştük? Batılı eğitim sisteminin bize öğrettiği “âlimlik/cahillik” tanımında bir sıkıntı olmasındı? Peki cahillikten uzaklaşıp âlim olmanın yolu Kur’an’a göre neydi?
“Allah şahittir ki Ondan başka ilah yoktur. Melekler ve adaletle kaim ilim sahipleri de buna şahit olurlar.” (1)
Dikkat ettiniz mi? Kur’an,  Allah’tan başka ilah olamayacağına evrene bakarak şahit olanlar‘ı “ilim sahibi” sınıfına alıyordu. Yine benzer sayısız ayette akledenleri ve ilim sahiplerini “kainattan Allah’ın varlığına ve birliğine şahit olabilenler” olarak tanımlıyordu. İslam terminolojisinde gördüğümüz her şey için “alem-i şehadet” denilmesinin bir sebebi de buydu.
“Zerrelerden yıldızlara kadar her şeyde bir pencere-i tevhid var ve doğrudan doğruya Zât-ı Vâhid-i Ehad’i sıfâtıyla bildiren âyetleri, yani delaletleri ve işaretleri var.” (2) diyor Bediüzzaman.
Oysa Hawking bir ateist idi. Kainattaki her şeyde Allah’ın birliğine, isimlerine ve sıfatlarına şahit olduğumuz ölçüde cahillikten kurtulacakken Hawking “Kainatta tanrının yeri yok!” diyordu. Öyleyse evet, Rabbimiz nezdinde Hawking “ilim sahibi” olmayan bir cahildi! İslam, sayısız delilin üstünü örterek yani kainattaki sayısız ayete küfür ederek Allah’ı inkâr edeni -insanların kullandığı tüm alfabeleri ve dilleri okuyup yazabilen dünyaca ünlü profesör bile olsa- “ilim sahibi” sınıfına almıyordu. Ve Batı dünyasının fizikte 1 numara kabul ettiği adamı “cahil” kabul ediyor ve ebedi cehennemle tehdit ediyordu.
Öte yandan Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamı düşünmesek bile Batılı akıllarımız tarafından “cahil” tanımına koyduğumuz, insanların alfabesini okuyamayan ve yazamayan herhangi bir Müslüman kainattaki tevhid delillerini, işaretlerini görebildiği ölçüde “âlim” oluyordu Kur’an’a göre. Ve son tahlilde en âmi bir mü’min bile inkârcı bir bilim adamına göre cehaletten daha uzaktı Rabbimiz nezdinde.
O yazının altına bu manada bir şey yazdığımda bir arkadaş “Uzaydaki kara deliklerin yaydığı radyasyonu bulan bir adama cahil demek sağlam zekâ geriliği ister.” diyerek itiraz etti.
Yani ciddi bir yanılgıda burada var. Soruların ve cevapların hayatımızdaki önem sıralamasını güncellememiz gerekiyor. Çok önemli sorulardan ve cevaplarından gaflet ederken çok daha alt derecedeki sorularla uğraşanları putlaştırabiliyoruz.
Şimdi kendinizi bir anda binlerce kişilik dev bir uçakta bulduğunuzu farz edin. Bir anda bir uçakta uyandınız. Cahilsiniz… Hangi soruların cahilisiniz? “Kim beni bu uçağa bindirdi? Benden ne istiyor? Nereye gidiyoruz?”
Hatta uçaktan sırayla her gün bir kişinin aşağı atıldığını görseniz telaşınız tavan yapmaz mı? “Bilgi” aradığınız sorular artar: “Neden atılıyorlar? Atılanlar nereye gidiyor?” Peki bu sırada birisi size gelse ve 30.000 km mesafedeki diğer bir uçağın yaydığı ışık miktarını hesapladığını söylese bu adam gözünüzde bir “bilge” mi olurdu? “Saçmalama be adam. Her gün birinin atıldığı bir uçakta bu bilgi hiç de önceliğim değil!” demez miydiniz?
Durumumuz farklı mı bu hikayeden?
Bir anda kendimi bulduğum bu dünya uçağında, kaçınılmaz sonum olan ve hayatımın en ciddi gerçeği olan ölümümle ve sonrasıyla ilgili beni aydınlatamayan ve hatta yok olacağımı söyleyen bir adam, uzaydaki kara deliklerin radyasyon yaydığını bildiği için “âlim” mi olacaktı gözümde?
Sürekli maruz kaldığım hastalıkları, musibetleri, her an gençliğimden ve sevdiklerimden ayrılmak zorunda oluşumu anlamlandıramayan ve tesadüfe veren birisi, bu soruları çözmeden Güneş’in Dünya’ya olan uzaklığını bulmasıyla nasıl “cahil” olmaktan kurtuluyordu?
Her gün ama her gün gerçekleşen tam 250 bin insan ölümünü anlamlandıramayan, insanın ölüme mahkum hayatını kolaylaştıran bir teknolojiyi keşfetti diye nasıl “cahil” olmaktan kurtulurdu?
Yok olmaya mahkûm hayatın biraz daha teknolojik yaşanması neyi değiştirirdi mesela? Yakında ölüp bir taşın dibinde çürümeye terk edileceksem Londra’dan New York’a 5 saatte olan uçuşumu 3 saate indiren yeni teknoloji neyi değiştirirdi? Ölümün yokluk olmadığını keşfeden, aslında ebedi bir hayat olduğunu bize haber ve zerreden yıldızlara her şeyde tevhid mührünü ve Rabbimiz’in isim ve sıfatlarını kainattan “okuyabilen” asıl “âlim” olmaz mıydı gözümde, insanların alfabesini okuyamasa ve yazamasa bile?
Durun bir dakika…
Kur’an’ın ilk emri “Oku” değil miydi?
Peki bu emirden sonra Muhammed aleyhissalatu vesselam Arap harflerini okumayı ve yazmayı mı öğrenmişti? Elbette hayır…
Mesele “Yaradan Rabbin’in adıyla okumak”, Rabbin’in adını tüm kâinattan okuyup, ondan başka ilah olamayacağına şahit olmaktı. Bunu anladığımız ve yaşadığımız ölçüde “cehalet”ten uzaktık.
Peki biz kâinatta gördüğümüz her şeyde tevhid mührünü ne kadar okuyabiliyoruz?
Kudret kaleminin yazılarını ne kadar okuyabiliyoruz?
Yani cehaletten ne kadar uzağız?
Modern fenlerle çoğumuz uğraşıyoruz. Unutmayalım ki Rabbimiz’in isim ve sıfatlarını öğrenmeye köprülük edecekse “hakiki ilim” olurlar. Yoksa okullarda anlatıldığı üslûpla Risale-i Nur’daki ifadesiyle tüm kâinatı “cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdeleri”(3) ne sarıp tüm bu inanılmaz faaliyetleri sebepler, tabiat, tesadüf üçlemesinde boğacaksak bu ilimler ancak cehaletimizi artırır!
Bu yazı sadece hakiki cahilliğe bir farkındalık yazısı olarak kalsın. Kainattan tevhidi ve esmâyı nasıl okuyacağımızı ve “Nasıl oluyor da köylü bir Müslüman tarlasındaki domatesi görünce Allah’ı hatırlıyor da domatesi atomlarına ayırıp inceleyen bilim adamları ateist olabiliyor?” sorusunun izahını başka bir yazıya bırakalım.
Batı’nın her türlü algı operasyonuyla bize yüklediği cehalet/bilgelik tanımlarından Kur’anî anlayışa dönebilmemiz duasıyla…

( 2015 yılında yazdığım bu yazının sonunda "başka bir yazıya bırakalım" dediğim kısım yıllar sonra Kırmızı Asa isminde video serisi oldu: https://www.youtube.com/playlist?list=PLD4cFlbKVT9eY5lDVETqE-W-IlTF98slg )

(1) Kur’an-ı Kerim | Âl-i İmrân Suresi 18.Ayet Meali
(2) Risale-i Nur | Emirdağ Lahikası II
(3) Risale-i Nur | Sözler | 25. Söz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eski Yazılarım 5 (15.12.2015) (KABİLİYETLERİNİN PEŞİNDEN GİT )

Eski Yazılarım 2 (16.09.2015) (Hawking'e Cahil Demek 2)